Türkiye Cumhuriyeti’nin 92.nci Yıl Dönümü Nedeniyle

Türkiye Cumhuriyeti’nin 92.nci Yıl Dönümü Nedeniyle
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurtuluş aşamasına kadar geçirdiği tarihi aşamalardan söz etmeyeceğim. Çünkü bu aşamaları herkes bilmektedir. Osmanlı idaresi mutlak idareydi. Ancak 18. yüzyılın sonlarında meşrutiyete erişebilmiştir. Oda Avrupa’da eğitim görmüş olan Türk aydınların direnişleri ile olmuştur.
Cumhuriyet fikir ve düşüncesi hiç kimsen aklının köşesinden geçmemişken Mustafa Kemal daha harp okulu öğrencisiyken Cumhuriyetle ilgili kitaplar okumuş, inceleme ve araştırmalar yapmış, Avrupa’daki Hürriyet fikirleri kafasında iyice yer etmişti.
Vatanın dört bir köşesinden işgal edilmiş olduğunu iyice anlamıştı. Ve kurtuluş çarelerine baş vuruyordu. Tek güvencesi Anadolu’nun imanlı halkıydı. Bu nedenle de Türk Milli Mücadelesine Samsun’dan başlamıştı. Anadolu halkının kükreyişinin farkındaydı. Amerikan mandası, İngiliz himayesi onu hiç ilgilendirmiyordu. “Tam bağımsızlıktı” onu ilgilendiren.
Samsun, Erzurum, Sivas ve Ankara’da tam bağımsızlık güneşi parlamaya başlamıştı. Mücadele adamı için “Ya Devlet Başa, Ya Da Kuzgun Leşe Konar” düşüncesi hakimdir. Mustafa Kemal Paşa bu düşünceyle Kurtuluş Savaşını başlatmıştır. Ordularının bu savaştan bir muzaffer çı8kacağına kesin inanıyordu. Çünkü Anadolu halkı 7’den 70’e kadar kadın ile, erkeği il, yaşlısı ile, genci ile Kurtuluş Savaşı’na seferber olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” sloganına halktan kayaların yankısı gibi yankı geliyordu. Halk daha da gür sesle “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” diyordu. Nihayet Birinci-İkinci İnönü Savaşları, Sakarya, Dumlupınar ve Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile Türk Kurtuluş Savaşı zaferle noktalanmıştır. Ama Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında odaklanmış olan esas savaş buradan sonra başlayacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti kurulacaktı. Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet projesini gerçekleştirmek istiyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı’nda yanında olan silah arkadaşlarından bazıları Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi önemli paşalar Cumhuriyetin kurulmasından yana değillerdi. Bizim vazifemiz savaşmaktı. Savaşı da kazandık. Yönetim işi padişaha aittir diyerek diretiyorlardı. Mustafa Kemal Paşa yüksek dehasıyla bu badireyi de aşarak 29 Ekim 1923 tarihinde bundan 92 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak bütün dünyaya ilan ediyordu.
Cumhuriyet’i ilan ediyor ama mücadele sona ermiyordu.
Bu yüce millet, Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış, milyonlarca vatan evladını yok etmiş. Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış binlerce vatan evladını şehit vermiş. Bu büyük savaşlarda hem insan kaybına uğramış hem de çok büyük maddi zararlara uğramıştır. İşte bu vatan, bu millet, Cumhuriyet ile yeniden dirilecek, yeniden canlanacaktı. Dirilmek ve canlanmak içinde köklü devrimler gerekiyordu. Fakirlik bir yanda, cehalet bir yandaydı. İşte bununla savaşmak gerekiyordu. Silahla düşmanla savaşmaktan, cehaletle savaşmak daha çetindi.
Atatürk’ün “devrim” ya da “inkılap” olarak nitelenen sayısal alanlardaki köktenci mücadeleyi bu zor işi başarmak içindir. Devlet yönetiminin; kamu yönetiminin özellikle de eğitim ve hukuk sisteminin laik bir temele oturtulması ve bu bağlamda halifeliğin ve şer’i ye mahkemelerinin kaldırılması (1924) eğitim ve öğretim birliğinin (Tevhidi Tedrisat) sağlanması ve medreselerin kapatılması (1924), Türk Medeni Kanunu’nun kabulü (1926) ve bu kanun çerçevesinde özellikle kadınlara tanınan medeni haklar “Devletin Dini İslam’dır” ibaresinin Anayasadan çıkartılması (1928) bütün bunların değişimi ön görülmekteydi, hicri ve Rumi Takvim’in alaturka saat yerine uluslararası saat sisteminin uygulanmaya konması ve ölçülerde değişiklik yapılması (1925), kıyafetle ilgili düzenlemelere (1925), uluslararası rakamlar ve Arap harflerini kabulü (1928) hafta tatilinin Cuma günü yerine Pazar gününe alınması (1935) ve kadınlara siyasi haklarının tanınması da (1930, 1933, 1934) işte bunların hepsi kökten değiştirildi. Atatürk devrimlerinin esasıydı. Ama bunların gerçekleşmesi de kolay olmuyordu. Mücadele ve mukavemet gerekiyordu. Geçmişin o zindan karanlığı temel eğitim kurumlarının üzerine de çökmüştür.
Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı İmparatorluğu’ndan kara cehaletin kol gezdiği bir toplum devralmıştı. Nüfusunun ezici çoğunluğu köyde yaşayan genç Cumhuriyetinin eğitimdeki bir avuç öncü kadrosu bunun içindir ki, cehaletin kırsal kesimden başlayarak üstesinden gelinebilmesini sağlayacak özgün bir eğitim kurumu yaratmıştı.
KÖY ENSTİTÜLERİ
Köy enstitülerinde yakılan ışıklarda kırklı yılların karanlığında köreltilmiş ve ellili yılların karanlığında bütünüyle söndürülmüştü. Bu söndürüş ise Mustafa Kemal Atatürk’ün olmayışının bariz bir belirtisidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetle beraber getirdiği devrimler Türkiye’nin o gün ki, koşullarında en uygun olanıydı. O dönemin halkı Atatürk devrim ve inkılaplarını severek ve isteyerek kabul etmişlerdi. Çünkü bu devrimler Türk halkının gerçek kurtuluşuydu, medenileşmesiydi. Uygar bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti oluşturulmuştu.
Cumhuriyet kuşağı olan bizler Atatürk devrimlerinin ölünceye kadar sahibi olacağız. Bu ideallerimizi bizden sonra gelen kuşaklara da aynen teslim edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti var olsun. Atamın Ruhu Şad Olsun. Cumhuriyet Bayramı tüm halkımıza kutlu olsun.
Osman ALTUN
Facebook Hesabınızla Yorum Yapabilirsiniz
YORUMLAR